14 Eylül 2014 Pazar

Süleyman Askeri Bey, Teşkilatı Mahsusa ve Batı Trakya Cumhuriyeti

Osmanlı coğrafyasının her karışı için kanlarını döken kahraman Türk subayı ve erlerine ithaf olunur.


SÜLEYMAN ASKERİ BEY



Süleyman askeri bey 1884 de Prizren’de doğdu.  Bugün Kosava sınırları içerinde yer alan Prizren de o yıllarda tüm Osmanlı vilayetleri gibi bir ateş çemberinin ortasındaydı. Süleyman Askeri’nin doğduğu sene, Osmanlı tarihinin en ağır günlerinden geçmekteydiki 1854 senesinde kaybedilen Kırım Savaşı, ardından gelen Balta Limanı Antlaşması sonucunda tarihinde ilk kez dış borç almak zorunda kaldı.
Kesin olmamakla birlikte muhtemelen Bektaşi olan Süleyman Askerinin, babası da kendi gibi bir Paşa olan Vehbi Paşa’dır.  Askeri Harbiye’den kurmay yüzbaşı olarak mezun olduktan sonra II.Meşrutiyetin 1908 senesinde ilan edilmesinde rol oynayan hürriyet yanlısı genç subaylar içinde o da vardır.

II.Meşrutiyetin İlanı

Bilindiği üzere 2. Meşrutiyetin ilan edilmesini sağlayan askeri kadro genelde Selanik ve Manastır’da örgütlenmişti. Askeri Harbiye’den mezun olduktan sonra 3 sene Manastır’da görev alan Süleyman Askeri’nn hürriyet düşüncesi burada daha da güçlenir ve bir ülküye dönüşür.
Süleyman Askeri’nin yolu Manastır’da Mülazım Atıf’la kesişecekti. Mülazım Atıf sonu 2. Meşrutiyetle bitecek olan olaylar silsilesini burada başlatır ve Şemsi Paşa’yı Manastır’da öldürür. Süleyman Askeri ise MülazımAtıf’ın kaçmasını organize edecektir.
24 yaşında Bağdat’a giden Süleyman Askeri burada jandarma birliklerini düzenleme görevini gerçekleştirir. O dönem Almanlara verilen demir yolu projesi İngilizlerin dikkatini çektiği ve gerek coğrafi gerekse yeraltı kaynaklarıyla önemli bir nokta olan Bağdat’ta isyanlar patlat verecektir. Bu açıdan Süleyman askeri beyin bu noktada kurduğu jandarma birlikleri büyük öneme sahiptir.

Teşkilatı Mahsusa

Teşkilatı Mahsusa adına birçok efsane dolaşır günümüzde. Kimisi tarihini Hunlara, Göktürklere kadar götürür. Kimisi Turgut Özal’ı dahi Teşkilatı Mahsusa üyesi yapsa da bu ortaya atılan ‘’Börü Budun’’ efsanesinden farksız bir efsanedir. Biz gerçek tarihle ilgilendiğimize göre olay daha farklı.

1913 yılında kurulan Teşkilatı Mahsusa’nın temeli 1911 de Fedai Zabıtan grubu ile atılır. Teşkilatı Mahsusa’nın görevi Osmanlı’nın bekasıydı. Kurtarılabilecek her vatan toprağı kurtarılacak. Kurtarılamayanlarda ise halifeye bağlı bağımsız devletler ilan edilecekti.
Teşkilatı Mahsusa dönemin genelkurmay başkanı Enver Paşa’nın denetiminde kurulsa da başkanlığını Süleyman Askeri mi yoksa Kuşçubaşı Eşref’in mi yaptığı tam olarak bilinememektedir. Ancak Kuşçubaşı Eşref’in o yıllarda İstanbul’da daha çok kalması onun başkan olduğuna yorumlanmıştır. Başkan olmasa dahi Süleyman askeri Teşkilatı Mahsusa’nın en önemli adamlarından birisiydi.

Trablusgarp Savaşı


Trablusgarp savaşı Teşkilatı Mahsusa’nın ya da o zamanki ismiyle Fedai Zabıtan grubun verdiği  ilk savaş olarak tarihe geçti. Bu grubun ismi savaştan 1 yıl sonra 1913 de Teşkilatı Mahsusa olacaktı.
Trablusgarp savaşı patlak verince Osmanlı olayın uluslararası bir platformda çözüleceğini umdu ve işgali protesto etmekten başka bir şey yapmadı. Ancak o sırada Berlin’de olan Enver Paşa kararlı tutumu Osmanlı hükümetini daha fazla şey yapmaya zorladıysa da Sait Paşa kabinesi bir şartla razı oldu. O da Trablusgarp’a giden subaylar olurda yakalanırsa şu sözleri söylemeleriydi: Bizler , Osmanlı hükümetinin resmi politikalarına karşı duran bir avuç maceraperestiz. Her ne yapıyor isek şahsi irademiz ile yapıyoruz, devletimizin herhangi bir sorumluluğu yoktur.“ 

Bu şartın üzerine tarihe not düşülecek 2 cevap verilmiştir.

“Çıplak ayaklı paçavralar içindeki yurtseverleriz biz.. Osmanlı bizi terk ederse, ülkemiz üzerindeki haklarından vazgeçtiğini bildireceğiz. Trablusgarp cumhuriyetini kuracağız. O zaman, bizlerin Trablusgarp’ı nasıl savunacağını göreceksiniz ….” Trablusgarp kumandanlarından Ferhad Bey 


“ Artık bizim mukavemet hareketimiz, herhangi bir Osmanlı kabinesi adına değil , milli gurur ve haysiyetimiz adına, Afrika’daki son Osmanlı toprağının müdafaası adına yapılıyordu…” Trablusgarp kumandanlarından Eşref Kuşcubaşı 

Enver Paşa, hemen gönüllü subaylardan oluşan birlikleri oluşturmaya başlar. Gönüllülerin en başında , Süleyman Askeri gelecektir. Süleyman Askeri’nin Trablusgarp’a geçişi hoca kılığında olur.  Mustafa Kemal Paşa ve Enver Paşa’nın yanı sıra, Enver Paşa’nın kardeşi Nuri Paşa (Killigil), Halil Paşa, Fuat Bulca, Nuri Conker, Ali Fethi Okyar, Nazmi Bey, Ömer Fevzi Mardin, Kara Kemal, Rauf Orbay, Kuşçubaşı Eşref, Yakup Cemil, Hacı Selim Sami, Abdurreşit İbrahim, Ali Çetinkaya, Sadık Bey, Çerkez Reşit Bey, Mim Kemal Öke’nin de aralarında olduğu yaklaşık 20 Osmanlı subayı, Libya’ya Afrika'da ki son vatan toprağını müdafa etmek için gelirler.


Önce aşiret reislerinin desteğini sağlamaya çalışan bu kahraman subaylar aşiretlerden sonra İtalyanların Trablusgarp’ın içlerine girmesini engellemek için Arap bedevilerle iletişime geçer ve onları teşkilatlı bir yapıya büründürürler.

Süleyman Askeri Bey ve arkadaşları o sırada Trablusgarp’ta bulunan 50.000 İtalyan askerine karşı Arap aşiretleri ile beraber gerilla savaşına başlar. Bu gerilla savaşı o kadar etkilidir ki İtalyanların işgal alanı sadece dar bir sahil hattı olarak kalır.
Ancak, bu sırada Osmanlı’da önemli gelişmeler meydana gelmektedir. Direnişi destekleyen kabinenin yerine harbiye Nezareti’ne Mahmut Şevket Paşa’nın geçmesi ile Fedai Zabıtan grubuna yapılan maddi destek iyice zayıflar ve başlayan Balkan ayaklanmaları karşısında Osmanlı İtalyanlar ile masaya oturarak Uşi Barış Antlaşmasını imzalar ve birliklerin geri gelmesini öngörür. Trablusgarp elden çıkmaya başlamıştır. 

Bu durum Fedai Zabıtan subayları arasında büyük tartışmalara yol açar. Zira, tam da genç subayların direnişinin başarıya ulaşmak üzere olduğu dönemde yapılan bu anlaşma ile Osmanlı’nın geri çekilmesi öngörülmektedir. 

Büyük başarıların elde edildiği Trablusgarp direnişinin sonrasında gelen haber ise düşünceye mahal bırakmayacak şekildedir. Fedai Zabıtan, Trablusgarp’ta direnişe devam etmeye yönelik tüm planlarını askıya alır. Çünkü İstanbul’dan gelen telgrafa göre ; Trakya elden gitmektedir.. 

I. Balkan Savaşı

Gerek dış borçları gerekse son yıllarda yenik düşülen savaşlar Osmanlı’yı perişan duruma sokmuştu. Panslavist politikalar izleyen Çarlık Rusya’sının desteğiyle 1912 yılında Karadağ, Bulgaristan, Yunanistan ve Sırbistan Osmanlıya savaş açtı.
İlk haber 21 Ekim sabahı Kırcaali’den gelir. Kırcaali düşmüştür. Altı gün sonra Ferecik işgal edilir, iki gün sonra Karaağaç, Karaağaç’ın işgal edilmesinden tam 1 hafta sonra Drama ve Kavala, hemen ertesi gün Serez, onüç gün sonra Dedeağaç, Dedeağaç’ın düşmesinden bir gün sonra İskeçe, İskeçe’nin işgal haberinin henüz alındığı esnada da Gümülcine düşer. Akabinde yapılan Londra antlaşması ile de Edirne ve Kırklareli de Bulgaristan’a bırakılmak zorunda kalır. (millibirlikruhu.blogspot.com.tr

II. Balkan Savaşı ve Batı Trakya'da Komita Savaşları

Savaştan sonra bir yanda sınırlarını ikiye katlayan devletçiklerin aç gözlülüğü sonucu birbirine düşmesi. Bir yandaysa namus bildikleri vatanlarının kendilerinden koparılmasına göz yumamayan vatansever Türk subayları ve erleri… Öyle bir nesil ki kabul ettirilmek istenen haritaları yırtan, ilhakları kabul etmeyen. Sonuna kadar Osmanlıya bağlı bir nesil.

 Ve bu durumdaki genç subayların içinde şimşekler çaktıracak olan fırsat; Birinci Balkan Savaşı’nda kazandıkları toprakları paylaşma işini ellerine yüzlerine bulaştıran Balkan devletlerinin münakaşaları ile doğacaktır. Zira topraklardan aslan payını alan Bulgarlar, aldıkları ile yetinmeyip sınırlarını Ege'ye kadar uzatmak isteyince, diğer Balkan devletleri ile arası açılır ve bu durum da birliğin bozulmasına sebep olur. İkinci Balkan Savaşı'nın çıkmasını fırsat bilen Osmanlı, 19 Temmuz 1913'te verdiği bir notayla, özellikle İstanbul ve Boğazların güvenliği için Meriç'e kadar olan bölgenin ellerinde olması gerektiğini, ayrıca Bulgarların esaretleri altındaki Türklere eziyet ettiklerini öne sürerek ordularının ileri harekâta geçecek olduğunu ancak Meriç’in öte kıyısına ilerleyemeyeceklerini deklare eder. 

"Siz bana imkan verin, ben seçkin kıtalarımla yine akınlar yapayım. düşmanı tepeyelim. Edirne'yi kurtarmak ümidi ciddi olarak bir belirirse, bütün memleket ayağa kalkar, mucizeler birbirini kovalar. eğer ben muvaffak olamazsam, gayri mesul bir adamım. çeteler umumi kumandanıyım. hükümet ilzam etmem. beni kovar, hapseder hatta asarsınız. zaten böyle aciz yaşamak yerine ." Eşref Kuşcubaşı 


İşte bu sözleri söyleyen Teşkilatı Mahsusa’nın en başındaki insan gönüllü erat ve en seçkin akıncı birlikleriyle Edirne’ye baskın düzenledi. Enver Paşa ise bu ordunun ağır silah ihtiyacını karşıladı. Hızlı bir şekilde gelişen çatışmada Bulgarlar paniğe kapıldı ve hızlı bir şekilde şehri terk ettiler.

Ancak Bulgarlar Doğu Trakya’yı kaybetmenin hırsıyla Batı Trakya’da Müslüman halka eskisinden daha sert işkenceler uygulamaya başladı. Küçük çocuklar Bulgar köylerine götürülüp Hristiyan ailelerin yanına yerleştiriliyor Yetişkinler katlediliyor. Yaşlılar ise ancak din değiştirirse sağ kalabiliyordu.

Daha sonra Beşiktaş JK’nın da başkanı olacak olan ilk Türk komitacılardan Fuat Balkan, balkanlardaki olayı şu sözlerle anlatıyordu:

Üç yüz bin Müslüman, vaftiz edilip adları değiştirilerek Hıristiyan edilmişti.. Bulgarlar bu alçakça hareketlerinde o kadar ileri gitmişlerdi ki, zorla Hıristiyan ettikleri bu Türklerin köylerinin meydanlarına bulup buluşturup çanlar bile koydurmuşlardı . O havalide artık ne Süleyman, ne Ahmet, ne Mehmet kalmış, bu sütbesüt Müslümanlar, Yuvan, İstepan filan diye anılır olmuşlardı. Oraları işgal eden komite bu halleri görüp, orduya duyurunca Fahri Paşa kolordusu erkan-ı harpleri Ali Fethi ve Mustafa Kemal Beyler bu mağdur arkadaşların kurtarılması için yapılan sevk ve idarenin başına Trabzon fırkası erkan-ı harp reisi SÜLEYMAN ASKERİ BEY’İ getirdiler. O da ordudan ayrılan gönüllüleri peşine takarak bir hamlede Garbi Trakya’ya akın etti. Ben de Süleyman Askeri Bey emrinde bir mülazım olarak bu harekata iştirak ettim. (İlk Türk Komitacısı Fuat Balkan’ın Hatıraları)

Batı Trakya bu durumdayken Enver Paşa ve Eşref Kuşçubaşı’nın başkanlığında Teşkilatı Mahsusa toplanır ve Eşref Kuşçubaşı’nın Umum Çeteleri Komutanlığı adı altında emrindeki komitacılarla beraber Batı Trakya’ya geçmesi kararı alınır. Ve bu gayri resmi teşkilat 116 kişiyle batı Trakya’ya geçer.

Dimitriyef ve Domuzciyef çetelerine yok eden bu kahramanlar Ortaköy, Koşukavak, Mestanlı, Kırcaali düşman işgalinden kurtarılır. Enver Paşa’nın daha ileriye gitmek tehlikeli olabilir telgrafına uymayan  Süleyman Askeri ve Eşref Kuşçubaşı yeni katılan gönüllülerle daha da güçlenerek 2 gün içerisinde Gümilcine ve İskeçe’de düşman işgalinden kurtarılır. Bu haberler hem batı Trakya’da hemde Osmanlı’da davul zurna eşliğinde kutlanır. 

Batı Trakya Cumhuriyeti 


 Batılı devletlerin gözünden kaçmayan bu fetihler Avrupalılar tarafından durdurulmak istenir ve Osmanlıya baskı uygulanmaya başlanır. Zaten Edirne’yi almalarını bahane eden İstanbul hükümeti Süleyman askeri ve Eşref Kuşçubaşı’nı geri dönmeleri yönünde telgraf çeker.  Ancak bölgedeki Müslüman ve Türkleri Bulgar zulmüne bırakmak istemeyen Kuşçubaşı ve Askeri, İşte bu nedenle 31 Agustos 1913'te Batı Trakya Geçici  Hükümeti’nin kurulduğunu ilan ederler. Yazının teşkilatı mahsusa bölümünde belirttiğim ‘’mümkünse kurtarılabilen her vatan parçası kurtarılacak; kurtarılamayanlarda ise bağımsız (halifeye bağlı) devletler kurulması görevi işte burada gerçekleşecekti.

 Hükümet kurulduktan sonra Genelkurmay Başkanı Süleyman Askeri olacak, ve Türk komitacılar askeri birlik statüsü kazanacaktı. Ancak Osmanlı Devleti’ne baskılar bitmeyince bu Hükümet bağımsızlığını ilan edecek ve ismi Batı Trakya Cumhuriyeti olacaktı.
Devletin bayrağı için üç renk seçilecektir. Siyah, beyaz ve yeşil. Siyah – Balkanlardaki zulmü, Beyaz – özgürlüğü, yeşil ise İslam dinini temsil etmektedir. Ayrıca bayrağın üzerinde yer alan ay yıldız ise bölge halkının Türklüğünü temsil etmektedir. Gümülcine’nin başkent olduğu Cumhuriyetin yüzölçümü 8578 km2 dir ve çoğunluğu piyade olmak üzere 29.170 mensubu olan bir ordusu bulunmaktadır. Yeni bayrak, Osmanlı’nın bayrağı ile yan yana her yere asılır ve B.Trakya hükümeti, B.Trakya ajansı isminde resmi bir ajans kurarak bölgenin bağımsızlığını tüm dünyaya duyurmaya çalışır. Ayrıca daha önce kullanılan Bulgar ve Yunan pulları kaldırılarak yerine Batı Trakya Hükümeti’nin pulları kullanılmaya başlanır. Yeni kurulan hükümetin yönetim biçimi ise Cumhuriyet olacaktır. (millibirlikruhu.blogspot.com)


 Batı Trakya Cumhuriyetinin milli marşını ise Süleyman Askeri yazdı. Ancak tüm bu çabalar boşa gidecekti. Çünkü Avrupalıların baskısına dayanamayan Osmanlı devleti –birazda Avrupalılara yalakalık etmek amacıyla- Bulgaristan ile bir görüşme düzenler ve tüm batı Trakya’yı Bulgaristan’a bırakır. Maalesef ki Türk’ün bitti denilen yerdeki kudretini gösteren bu Cumhuriyet yalaka Osmanlı paşaları yüzünden kurulduktan 58 gün sonra yıkılacaktı.
Fuat Balkan bu cumhuriyetin fesh edilişini şu sözlerle anlattı: Türk evlerinin şevk ve ümitle binlercesini dikerek, resmi , hususi bütün yapılara dikilmiş olan bayrağın indirilmesi çok hazin oldu ... Ağlamayan yoktu ! Ümit kısa sürmüştü… 

Osmanlı’nın Batı Trakya Cumhuriyeti’nin fesh edilmesini sağlamasına sebep olan etkenlerden biri eğer Rusya Çarlığı intikam almak isterse Doğu Anadolu'ya saldırabilir düşüncesiydi. Bu sırada Enver Paşa’nın apandisit ameliyatı olduğu ve hükümet üzerinde etkili olamadığı da tarihçiler tarafından ifade edilir. Ancak Enver Paşa bölgedeki Teşkilatı Mahsusa paşaları ülkeye döndükten sonra  imam, köylü veyahut iş adamı kılığındaki Teşkilat-ı Mahsusa ajanlarını bölgeye göndererek Batı Trakya’da Türk kimliğini ve varlığını korumaya çalıştığı söylenegelir.

Basra

 Birinci Dünya Savaşında Osmanlı’nın en güvendiği noktalardan biriydi Basra cephesi. Çünkü İngilizler yüzde yüzü Müslüman olan, kendi yurtlarından binlerce uzaklıktaki bu çöller diyarına paldır küldür giremezlerdi. Ancak beklenen öyle olmadı. Arapların İngilizlerin yanında yer almış olması beklentileri bozdu ve çok az sayıdaki Osmanlı askeri kendilerinden kat be kat güçlü İngilizlere karşı karşıya kaldılar. Bu savaşında aynı Trablusgarp ve Batı Trakya’daki gibi kahraman, vatansever ve teşikilatçı subaylar savaşı olduğu en başından belliydi.

 Enver Paşa’nın emriyle 20 Aralık 1914’te Basra valiliği ve Irak cephesi kumandanlığına atanan Süleyman Askeri, B.Trakya’da kendisiyle beraber savaşmış olan genç subaylardan oluşan bir birliğin yanı sıra, gönüllülerden topladığı ve Osman Bey’e ithafen “ Osmancık taburu “ ismini verdikleri yerel kuvvetlerle, 12 Nisan 1915’te İngilizlere karşı harekata geçer. 
İran’ın Ehvaz şehrine giren Süleyman Askeri İngilizlerin petrol kuyularını ateşe verir. Petrol borularını tahrip eder. Ancak daha sonraki girdği çatışmalardan birinde iki bacağından birden yaralanır. Ancak Süleyman Askeri yarasını çok önemseyecek bir insan değildi. Sedye üzerinde savaşı 3 gün idare etti.
Süleyman Askeri emrindeki kuvvetler ile Basra’yı almak için durmaksızın ilerlemeye devam eder. Beklenen karşılaşma, 12 Nisan 1915’de Suaybe civarındaki Bercisiyye ormanı etrafında olacaktır.. Çatışma başlar. Süleyman Askeri, savaşı sedye üzerinde yönetmektedir. Ancak İngilizlerin takviye kuvvetler çıkarması sonucu Osmanlı birliği maalesef mevcudunun yarısını şehit vermek zorunda kalacaktır. 

Otuz bir senelik kısa ömründe bir an olsun onurundan taviz vermemiş olan Süleyman Askeri bu kayıptan kendini sorumlu tutar ve İngilizlere sedye üzerinde esir düşeceğini anladığı an, onun için yapacak tek şey kalmıştır. 

Süleyman Askeri, teslim olmaktansa silahında kalan mermiyi başına sıkarak intihar eder. 
Bu kahraman, hayatında eziklik/ezilme duygusunu bir an olsun tatmamış Osmanlı Paşa’sı intihar ettiğinde henüz 31 yaşındaydı. Belki savaş başlarken o da biliyordu Trablusgarp’ta yenileceğini, belki o da biliyordu Batı Trakya Cumhuriyeti’nin ömrünün çok uzun olmayacağını.  Belki o da biliyordu Basra’da Arap ve İngilizleri yenmenin ne denli imkansız olduğunu. Ancak o kan dökmeden  toprak kaybetmeyi namussuzluk sayıyordu. Hem bir Paşa’nın intihar etmesi neydi ki Koskoca Osmanlı’nın intihar etmesi yanında.


Daha Sonra...

Süleyman Askeri Bey gibi büyük bir kumandanını kaybeden Osmanlı Birlikleri, İngiliz İmparatorluğuna tarihinin en büyük mağlubiyetini yaşatır. Halil Paşa komutasındaki birlikler 29 Nisan 1916’de Kut-ül Amare’de büyük bir zafer kazanırlar. 


Mekanları Cennet olsun.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder